top of page
  • ecemdoğanaypıçak

Öğrenilmiş Çaresizlik

Öğrenilmiş Çaresizlik kavramını daha sık duyar ve kullanırdık olduk bugünlerde. Özellikle depresyonda karşılaşılan bu kavramın, kişinin umutsuz, çökkün ve değersiz hissetmesinde de oldukça büyük bir payı bulunuyor. Yaşadıkları durumlarla başa çıkamadıklarını, sorunları çözebilmeyi ya da üzerlerinde kontrol sahibi olmayı başaramadıklarını düşünen bireyler hayata, kendilerine ve geleceğe karşı umutsuzluğa kapılıyorlar. Kendilerini değersiz, yetersiz ve suçlu hissedebiliyorlar. Bir süre sonra şartların değişmesine yardım edebilecek, sorunlarını çözebilecekleri fırsatlar ortaya çıksa dahi, geçmiş deneyimlerinde başarısız olduklarına dair düşünce ve duyguları sebebiyle, bu fırsatı değerlendirmekte de zorluk çekebiliyorlar.

Öğrenilmiş çaresizliğe dair birçok örneği, günlük yaşantımızdan yakalamak mümkün. Bir türlü istediği notu alamayan ya da projesini tamamlayamayan birinin, ‘bunu asla başaramayacağım’ şeklindeki düşüncesi bir sonraki sınav içinde başarısız olacağını düşünmesine , bunun üzerinden hiçbir zaman gelemeyeceğine ve yetersiz biri olduğu inancına kadar uzanabilir. Bu yüzden aynı dersin belki de ilgisini çeken başka bir ünite ya da konuları hakkında olan sınavına, daha farklı bir öğrenme metoduyla, eksiklerini tamamlayabileceği bir kaynaktan destek alma şansıyla ve kendisine iyi gelen çalışma düzeninde istediği notu alabilmek için bir fırsatı olsa da, bu fırsatı değerlendirmekte zorlanabilir. Dolayısıyla, geçmiş deneyimlerimizin sonuçlarına ilişkin olumsuz düşüncelerimiz ve beklentilerimiz, değişen koşulları ve fırsatları yok saymamıza neden olur. Yeteneklerimizi ve geliştirebileceğimiz becerilerimizi görmezden gelerek, öğrendiğimiz çaresizlikle yılgınlığa düşeriz. Belki de sonunda, kendini gerçekleştiren kehanetlerden birini yaratırız.


Öğrenilmiş çaresizlik kavramı ise, yalnızca insanlara özgü bir durum değil aslında. Hatta bu kavramın ortaya çıkma hikayesi de hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle başlıyor. 1960’lı yıllarda Martin Seligman, yaptığı hayvan deneyleriyle beklentilerin davranışı nasıl etkilediğini ve beklentinin davranış üzerindeki rolünü, öğrenilmiş çaresizlik kavramıyla ortaya koyuyor. Köpeklerle çalışılan bir laboratuvarda köpekler, verilen bir sesin ardından hafif bir elektrik şokuna maruz bırakılıyorlardı. Dolayısıyla köpekler bu ses tonuna karşı korku ve kaçma davranışıyla koşullandırılmışlardı. Deneyin ikinci adımında köpekler, araları alçak bir bariyerle ayrılmış iki bölümden oluşan büyük bir kutunun içine alınıyorlar. Bulundukları bölüme elektrik şoku verilirken, diğer bölüme elektrik şoku verilmiyordu. Elektrik şoku verilen köpek, elektrik şoku verilmeyen bölüme atlarsa şoktan kurtulmuş oluyordu. Yani, köpeklerin elektrik şokundan kurtulmaları bekleniyordu. Deneyin üçüncü kısmında ise, daha önce sese karşı koşullandırılmış olan köpeklerin, bu kez elektrik şoku verilmeden, yalnızca sesi duyduklarında diğer bölüme atlayarak sesten sonra verilecek olan şoktan kaçmaları bekleniyordu. Daha önceki öğrenmelerini başka bir ortama taşıyıp taşıyamadıklarının ölçüldüğü bu deneyde, köpekler ikinci kısımda takılıyor, bulundukları bölüme elektrik şoku verilmesine rağmen bariyeri atlayıp diğer kısma geçemiyorlardı.


Martin Seligman, bu olay üzerine düşündüğünde şu sonuca vardı: Köpekler, deneyde öğrenmeleri beklenen şeyi, şoktan kurtulmayı değil, aksine çaresizliği öğrenmişlerdi. Deneyin ilk adımında verilen sesin ardından gelen elektrik şoku ile köpekler, havlamanın, atlamanın, koşmanın bir faydası olmadığını, elektrik şokundan kaçamayacaklarını öğrenmişlerdi. Seligman, bir sonraki deneyinde bu öğrenilmiş çaresizlik kavramını sınamak için, üç gruba ayrılmış köpeklerle çalıştı. İlk grup köpeklere, verilen elektrik şokundan burunlarıyla bir panele dokunduklarında kaçabildikleri bir mekanizma kuruldu. Yani köpekler yaptıkları ile durumu kontrol edebiliyorlardı. İkinci grup köpeklere ise elektrik şoku verildi ancak ne yaparsa yapsınlar bu şoktan kaçamayacakları bir mekanizma kuruldu. Bu gruptaki köpeklere verilen elektrik şoku, kendi kontrollerinde değildi. Ancak ilk gruptaki köpekler burunlarıyla panele dokunduklarında, ikinci gruptaki köpeklerin elektrik şoku kesiliyordu. Üçüncü gruptaki köpekler ise kontrol grubu köpekleriydi ve onlara bir elektrik şoku verilmiyordu. Dolayısıyla ilk grup karşılaştığı olumsuz olayı kendisi kontrol edebildiğini öğreniyor, ikinci grup kontrol sahibi olmadığını yani çaresizliği öğreniyor, üçüncü grup ise hiçbir şey öğrenmemiş oluyordu.


Deneyin ikinci adımında tekrar alçak bir bariyer ve iki bölmeden oluşan kutulara konulduklarında, verilen elektrik şoklarına maruz bırakılan köpekler farklı tepkiler vermişlerdi. Birinci grup, kontrol edebildiğini ve kaçabildiğini öğrenmişti, kısa sürede bariyerlerden atlayarak diğer bölüme geçti ve şoktan kurtuldu. Üçüncü gruptaki hiç elektrik şoku verilmemiş köpekler, süre biraz uzun sürse de diğer bölüme atlayarak şoktan kurtulmayı öğrenmişlerdi. Ancak ikinci gruptaki kontrol sahibi olmadığını ve çaresizliği öğrenen köpekler, kaçmamışlar ve oldukları yerde kalmaya devam etmişlerdi. Yani öğrendikleri bir çaresizlik duygusu vardı. Onların geçmiş öğrenmeleri bu durumla başa çıkamayacaklarını öğretmişti.


Öğrenilmiş çaresizlik kavramı Martin Seligman'ın hayvanlar üzerinde yaptığı bu deneyle bulundu. Daha önceki yenilgilerimize, başarısızlıklarımıza bakarak 'nasıl olsa başaramıyorum, benim kontrolümde değil' diye düşünmeye devam ettiğimizde, önümüze çıkan fırsatları da değerlendiremeden, kendimizi olduğumuz noktaya ‘’kendimiz’’ mahkum ediyoruz aslında. Öğrendiğimiz çaresizliğin yerine fırsatları değerlendirmeyi, yeteneklerimize güvenmeyi, yeni yollar bulmayı da öğrenebiliriz.


Ecem Doğanay Pıçak

Klinik Psikolog


bottom of page